saidnur
said nursi
Published on January 8, 2008 By sabri3296 In Writing


Bediüzzaman Said Nursi,1873 te Bitlis in Hizan ilçesine baðlý Ýsparit nahiyesinin Nurs köyünde doðdu. Babasýnýn adý Mirza,annesinin Nuriyedir.Aðabeyi Molla Abdullah'ýn ilim tahsil etmesinin kendisine kazandýrdýðý itibara imrenerek 9 yaþýnda Tað köyünde Muhammet Emin Efendi'nin medresesinde(alttaki resim) öðrenime baþladýysa da çok geçmeden Nurs'a döndü ve haftada bir gün gelen aðabeyinden temel bilgileri öðrenmekle tahsilini devam ettirdi. Öðreniminin en verimli safhasý, 15 yaþýndayken 1888'de Muhammet celalî'den ders aldýðý üç aylýk devredir. O zattan Molla Cami'den nihayete kadar, ortalama on yýlda okutulan bütün metinleri üç ayda okuyup diploma aldý. Kitaplardan sadece anahtar bilgileri öðreniyordu.alet ilimlerini kapsayan bu Öðrenimin ardýndan,sýcaktan kavrulmuþ topraðýn suyu yutmasý gibi temel ilimlere yöneldi. Usûl'den Cem'ül-cevâmi, Kelâm'dan Þerhül-Mevâkýf gibi aðýr metinlerden günde ortalama iki yüz sayfalýk bir kýsmý anlayarak okuyordu.Bu sýralarda Þirvandaki aðabeyinin yanýna gittiðinde icâzet aldýðýný söyleyince o inanmamýþ, sýký bir sýnamadan sonra küçük kardeþinin kendisini geçtiðini görerek talebelerinden gizlice ondan ders almaya baþlamýþtý.














Siirt'teMolla Fethullah da imtihan sonucunda durumunu tespit etmiþ, yanýnda bulunduðu bir hafta içinde, günde bir-iki saatlik meþguliyetle Sübkî'nin Usûl-i Fýkh'a dair Cem'ül Cevâmi eserini ezberlediðini görünce ''zeka ile hafýza kuvvetinin ifrat derecede bir kimsede bir araya gelmesi nadirdir'' deyip hayretini belirtti ve kitabýna þu cümleyi yazdý (Cem'ul Cevâmi Kitabýnýn tamamýný bir haftada ezberlemiþtir.) sonunda ünü, Siirt, Bitlis gibi bölge valilerinin, O'nu korumaya mecbur kalacaklarý boyutlara vardý.









Tillo'da Kubbeyi Hasiye türbesinde inzivada Kamus'u Muhit'i ezberlerken bir gece Abdülkadir Geylâni'yi rüyasýnda görür. ''Git Miran aþireti reisi Mustafa Paþa'yý hidâyete davet et; zulümden vazgeçip namaza, emr'i ma'rûfa baþlasýn der'' Molla Said, derhal Miran aþiretine doðru Tillo'dan hareket eder. Büyük bir cesaretle tebliðini yapar. Paþa,onu öldürmeye kalkar fakat sonunda yola gelir. Bir süre Mardin'de ikamet eden Molla Said, çok genç yaþta içtimayî ve siyasî hadiselerle ilgilenmeye baþlar. Kendisinden endiþelenen Mardin mutasarrýfý onu, muhafýzlarla kelepçeli olarak Bitlis Valiliðine sevk ettirir. Namaz kýlmak için kelepçelerinin çözülmesini ister. Jandarmalar kabul etmeyince kendisi açar. Jandarmalar, bu hali keramet addedip hayretler içnde kalýrlar; özür dileyip her türlü hizmete amade olduklarýný söylerler. Ýleriki yýllarda Bediüzzaman'a; ''kelepçeleri nasýl açtýn?'' diye sorulunca ''Bende bilmiyorum, olsa olsa namazýn kerametidir''diye cevap vermiþtir. Bitlis'te vali ile bazý memurlarýn
içki alemi yaptýklarýný öðrenince emr-i maruf yapar. Önce hiddetlenen vali, az
sonra onu geri çaðýrtarak, ''Herkesin bir üstadý vardýr. Artýk benim de üstadým
sensin der.'' Der. Ýþbu Vali Ömer Paþa ona sarayýnda yer ayýrýr, ýsrarla iki
sene misafir eder, kýzý ile evlendirme isteðini Bediüzzaman kabul etmez. Birgün
meþhur þeyhlerden Muhammet Küfrevî'nin kendisine bedua ettiðini iþitince onu
ziyaret eder. Küfrevi hazretleri kendisine iltifat edip teberrüken ders verir.
Said'in bir hocadan okuduðu en son ders budur. Böylece o haberin asýlsýz olduðu
da ortaya çýkmýþtýr. Van Valisi Hasan Paþa'nýn daveti üzerine 1893'te 15 yýl
sürecek olan Van ikametini baþlar. Burada öðretim ve irþad hizmetini yaparken
hükûmet görevlileri ve muallimlerle de temasta bulunur; geleneksel ve Kelâm
ilminin, islam akâidini yeni dünya þartlarý karþýsýnda açýklamaya yetmediði
kanaatine vardý ve fen bilimlerini öðrenmeye koyuldu. Coðrafya, matematik,
fizik,kimya, jeoloji, astronomi, biyoloji, tarih ve felsefe'ye dair kitaplarý, o
ilimlerin uzmanlarýyla konuþacak derecede öðrendi. Molla Said, kendisine has bir
öðretim usûlü geliþtirdi. Ýlim ehli ona ''Bediüzzaman'' lakabýný vererek deðiþik
özelliklerini ifade etmek istediler. Bulunduðu ortamda yaþayan âlimlerden, þu
yönlerde farklý bir tutumu vardý: 1-Maaþ ve hediye kabul etmiyordu. 2-Kendisine
sorulan tüm sorulara cevap verdiði halde ilim ehlinden hiç kimseye soru
sormuyordu. 3-talebelerini da zekât ve hediye kabülünden men ediyordu. 4-
Dünyada mücerred kalmak istiyor; ev,bark, eþya, aile kaydý altýna girmiyordu.
Günün birinde Vali Tahir Paþa, bir gazetedeki þu müthiþ haberi gösterir:
Ýngiltere Sömürgeler Baþkaný Gladston, mecliste Kur'an'ý gösterip ''müslümanlarý
bu kitaptan uzaklaþtýmadýkça onlara tam hâkim olamayýz.'' Demiþtir. Bu dehþetli
haber, Bediüzzaman'ýn þahikasýna ulaþmýþ olan iman heyecanýnda dalgalanmalar
meydana getirerek ; ''Kur'an'ýn sönmez ve söndürelemez mânevi bir güneþ olduðunu
Dünyaya isbat edeceðim ve göstereceðim! Der. Fen bilimleri adýna Batý'dan
gelecek dalâletlere karþý koymak üzere ideal edindiði üniversiteyi Van veya
Diyarbakýr'da açmak düþüncesiyle 1896'da Ýstanbula gider.Netice alamayýnca ayný
maksatla 1907 yýlýnda Ýstanbul'a ikinci defa gitti.Ýstanbul Fatih semtindeki Þekerci Han'a yerleþir(alttaki resim.)

Kýsa zamanda Ýstanbul'da
þöhreti yayýldý.Dinî ilimler alanýnda sorulan her soruya ikna edici cevaplar dair o zaman üniversite öðrencisi olup bizzat kendisine soru soran Hasan Fehmi Baþol (Din Ýþleri Yüksek Kurulu Üyesi ve baþkaný), Ali Himmet Berki (Yargýtay Baþkaný) gibi- birçok þahid vardýr.

Hilafet merkezinde siyasî temaslarla Ýslâm'ahizmeteden Bediüzzaman meydanlarda, kürsülerde sýk sýgörünüyordu.meþrutiyetin ilanýndan sonra bazý arkadaþlarýyla Ýttihad-ý Muhammedî cemiyetini kurdu.Bütün müslümanlarý üyesi sayan bu cemiyet, hýzlý bir geliþme kaydetti. Geldiði ileri sürülen ''Hürriyet''in þer'î sýnýrlar çerçevesinde kalmasý için gayret gösteriyordu. Tanin, Ýkdam, Serbesti, Mizan, Þark ve Kürdistan,Volkan gibi çeþitli gazetelerde yazýyordu. Devrin siyasi þartlarý içerisinde ve kaygan siyaset zemininde,geleneksel saltanat idaresinin devamýnýn zor olduðun düþünüyor,bundan dolayý meþrutî idareyi bir çare olarak görüyordu. ''Eski hal muhal,ya yeni hal ya izmihlâl'' diyordu.Said Halim Paþa, Babanzade Ahmet Naim,Filibeli Ahmet Hilmi, Mehmet Akif, Elmalýlý M.Hamdi gibi birçok Ýslâmcý ilim ve fikir adamý da böyle düþünüyorlardý. Fakat çok geçmeden Ýttihat ve Terakki hükümetinin, daha çok menfi tesirler altýna girdiðini görünce doðru bildiðini söylemekten geri durmamýþtýr. Bu arada 31 Mart hadisesi oldu; birçok hoca arasinda o da tutuklanýp idam istemiyle yargýlandý. Sýký Yönetim Mahkeme Baþkaný Hurþit Paþa'nýn:''Sende Þeriat istemisþin öyle mi?'' sorusuna þu cevabý verdi: ''Þeriatýn bir hakikatýna bin ruhum olsa feda etmeye hazýrým.Zira Þeriat,sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir.Fakt ihtilalcilerin istediði gibi deðil!'' Kendisine yapýlan ithamlara karþý yaptýðý uzun savunma,daha sonra iki defa tab edilmiþtir. Cesurca müdafaasý neticesinde idam beklerken beraat etti. Mahkeme heyetine teþekkür etmeksizin mahkemeden çýktý. Beyazýd'dan sultanahmed'e kadar kendini izleyen bir halk kitlesi önünde ''Zalimler için yaþasýn cehennem!'' nidasýyla ilerledi. Ýsyan eden sekiz taburu itaate sevk ettiði sabit olunca Sýký Yönetim Mahkemesi, onun isyana katýlmadýðýný anlamýþ ve beraat ettirmiþti. bu olaydan sonra Ýstanbul'da fazla kalmaz, 1910 yýlýnda Van'a gitmek üzere Ýstanbul'dan ayrýlýr, Batum yoluyla Van'a giderken Tiflis'e uðrar. Tiflis'te Þeyh San'an tepesinde bir Rus polisiyle ilginç bir konuþmasý olur.Ýslam'ýn geleceðinden ümitli olduðunu ifade etmesi üzerine polisin çaðdaþ müslümanlarýn esir, zayýf fakir olup varlýk göstermelerinin imkansýz olduðunu söylemesine karþýlýk verdiði þu keramet cevap 90'lý yýllardan sonra meþhur olmuþtur: ''Müslümanlar tahsile gitmiþler ; iþte Hindistan, Ýslâm'ýn kabiliyetli bir evladýdýr,Ýngiliz lisesinde okuyor. Mýsýr Ýslam'ýn, zeki bir mahdumudur,Ýngiliz Mülkiye mektebinden ders alýyor,Kafkas ve Türkistan Ýslamýn iki bahadýr oðullarýdýr,Rus harbiyesinde talim ediyorlar''(Nur talebelerin'den bir hizmet grubu 1995 yýlýnda Tiflis þehrinde bir özel lise açmýþlardýr.) Daha sonra Van bölgesini dolaþarak ilmî içtimaî konularda etrafý aydýnlatýr. Gezileri esnasýnda kendisine sorulan surulara verdiði cevaplar,Münâzarat adlý bir kitapta toplanmýþtýr. 1911 kýþýnda Þam'a gittiðinde oralý bazý âlim dostlarýnýn ricasý üzerine Emevi Camii'nde(alttaki resim) tarihi bir hutbe verdi(bu hutbenin Arapça orijinali küçük bir kitap halinde iki defa yayýnlandýlktan sonra bizzat müellif tarafýndan Türkçe tercümeside yayýnlanmýþtýr).


Bu hutbede Ýslâm dünyasýný geri býrakan etkenlerin þunlar
olduðunu tespit eder: 1-Yeis. 2-Toplum hayatýnda sýdkýn (doðruluðun) ölmesi. 3-Düþmanlýk arzusu.4-Mü'minleri birbirine baðlayan manevi baðlarý bilmemek.5-Ýsdibdat. (Baský).6-Þahsî menfaat peþinde koþma. Bu hastalýklarýn ardýndan tedavi yollarýný da göstermektedir. Bu hutbenin bir yerinde, 50 sene sonra gelecek nesillere hitab ettiðini söyler ki,yirminci asrýn son üçte birinde onun eserlerinin daha büyük bir yayýlma göstermesi,bu hitabýn tam yerinde olduðuna delil teþkil eder. 1913 yýlýnda, Van'da kurmayý planladýðý üniversite için devlet, 19 bin altýn tahsis ettiysede þim- diki üniversite kampüsünün de yerleþtiði Edremit semtinde temeli atýlan üniversite, 1. Dünya Savaþý sebebiyle tamamlanamadý. 1915 yýlýnda cihad fetvasýna beþ alimden biri olarak imza attý. Fetvayý kuzey Afrika'da daðýtýp Van'a döndü.BEDÝÜZZAMAN,fiilî olarak da cihadýn içindeydi. Kafkas cephesinden sonra Van ta- rafýna geçip, Anadolu savunmasýna katýldý Çoðunu talebelerinin oluþturduðu gönüllü milis kuvveti, beþ bin kadar askerden meydana geliyordu. Bir yandan bu alaya kumanda eder iken fýrsat buldukça at üstünde talebelerinden Molla Habib'e Ýþârât'ül-Ý'caz tefsirini arapça olarak yazdýrýyordu. Bitlis müdafaasý esnasýnda birliðinden üç talebesiyle kalýncaya kadar çarpýþtý.

Sonra yaralý bir vaziyette esir düþüp Sibirya'daki Koþturmaya'ya gönderildi.
(yandaki resim) Bir esir kampýný teftiþe gelen Rus Baþkumandaný Nikola Nikolaviç'in önünde herkes ayaða kalkarken o kalkmadý.Sebebi sorulunca ''ben Ýslâm alimiyim. Ýmanlý kimse gayri müslime kýyam edemez'' cevabýný verdi.Kum- andan idamýný emretmiþken Bediüzaman'ýn son arzusu olan iki rek'âtlýk namazýndan sonra emri- ni geri aldý.Bu hadiseyi kendisi anlatmamýþ,esir kampýnda beraber bazý zâtlarýn tanýklýðýna dayanarak tarihçi Abdurrahim Zapsu (Ehl-i Sünnet Mecmuasý,1948,c.2,sayý: 46) yayýnladýktan sonra tasdik etmiþtir. Komünizm ihtilali ile sarsýlýp bölünen Rusya'nýn karmaþýklýðýndan faydalanarak 4 yýl süren esaretten firar ile kurtulup Petrsburg, Varþova, Viyana yoluyla 1334 yýlýnda Ýstanbul'a dönmeye muvaffak olur.




Bediüzzaman Said Nursi'nin Rusya da esaretten dünüþte aldýðý ''Vatana Avdet'' belgesinin arka yüzü.







Dünya savaþýndan donra, 1918 yýlýnda kurulup Osmanlý Devleti'nin en din kurulu durumunda olan Dar'ül-Hikmeti'l-Ýslâmiye üyeliðine Orduy-ý Hümayun adayý olarak tayin edildi. Bu kurulda Ýzmirli Ýsmail Hakký,Þeyh Saffet (yetkin) gibi zâtlar üye olup Mehmet Akif de kurulun genel sekreteriydi. Harbin sonuna doðru Ýngiliz siyasetinin iç yüzünü ortaya koyan Hutuvvât-ý Sitte adlý risâlesini yayýnlamýþ ve Ýstanbul'un her tarafýna daðýttýrmýþtý. Ýngilizler 1920 yýlýnda Ýstanbul'u iþgal edince bu risâle, Ýngiliz Baþkumandanýna gösterilir ve BEDÝÜZZAMAN'ýn bütün kuvvetiyle aleyhte bulunduðu kendisine ihbar edilir. Kumandan onu idam etmeye niyetlendiyse de böyle bir hareketin,Doðu Anadolu'da büyük bir kargaþaya ve Ýngiliz aleyhtarlýðýna sebeb olacaðý yönün - deki uyarýlarý dikkate alarak bu kararýndan vazgeçer. Ýþgal döneminde Ýngiltere Angligan Kilisesi baþ papazý, Ýslâm hakkýnda kapsamlý altý soru ha- zýrlamýþ ve yetkili din âlimlerinin cevaplarýný istemiþti. Elmalý'lý Muhammet Hamdi Yazýr, Abdülaziz Çavuþ gibi bir kaç zât,küçük bir kitap çapýnda cevaplar hazýrladýlar. BEDÝÜZZAMAN ise ''Ben onlara bir tek kelimeyle bile cevap vermem Cevabým tükürüktür'' deyip bu tutumunun sebebini þöyle açýklamýþtýr:''Çünkü zalim devletin,ayaðýný boðazýmýza bastýðý dakikada, papazlarýnýn maðrur bir eda ile suâl sormasýna karþý yüzüne tükürmek lâzým gelir.'' Bu cevap, onun farkýný ve mizacýný gösteriyor. Üstad, bu kiþilerin maksatlarýný keþfedip: ''Ýþte biz, adamý böyle yeneriz. Þayet sizin dininiz hak olsaydý bu periþan vaziyete düþmezdiniz. Þimdi bizim üstünlüðümüzü anlayýn bakalým!'' dercesine bu sorularý yönelttiklerini keþfedip bu aðýr cevabý vermiþti. 5 Mart 1920'de Hamdullah Suphi, V. Ebuziyya, Mazhar Osman, F. Kerim Gökay, Süheyl Ünver, M. Þekip Tunç ve Hakký Tarýk Us ile Yeþilay'ý kurdu. 1921 yýlýnýn Ocak ayýnda Ýskilipli Atýf Mustafa Sabri, Ermenekli Saffet efendilerle Müderrisler Cemiye'tini kurdu. Anadolu'da baþlatýlan Ýstiklâl hareketini destekledi. Þeyhülislâm Dürrizâde'nin bu hareket aley- indeki fetvasýnýn, esaret altýnda verilmiþ olduðundan geçersiz olduðunu belirtti.Ýstanbul'daki önemli ve baþarýlý hizmetlerinden dolayý Ankara hükûmeti, onu Ankara'ya davet etti. ''Ben tehlikeli yerde mücadele etmek istiyorum'' diyerek bu teklifi kabul etmedi. Zaferden sonra 9 Kasým 1920' de davet tekrarlandý ve bu defa kabul etti. Meclis'de,resmî karþýlama töreni yapýlmasýna dair karþý çýktý.Mebuslarýn dinî yönden lâkayd olduklarýný görünce 19 Ocak 1923'te üç sayfalýk bir beyannname daðýtarak onlarý uyardý.Namaz kýlanlara altmýþ mebus daha katýldý.Namazgâh olan küçük bir odayý, büyük bir mescid haline getirtti.Ýdealindeki üniversiteyi gündeme getirdi; 163 milletvekilinin oyu ile bu iþ için yüzellibin banknot ödenek ayrýldý. Bediüzzaman, Ýslâm âleminde bir dirirliþ olacaðýna dair kuvvetli ümidi sebebiyle Ankara'ya gelmiþti.Gençliðinden bu yana tüm çabalarý hep bunun içindi.Siyasî açýdan bu yöndeki son teþebbüsü,Ankara'da oldu.Fakat karþýsýna kuvvetli engeller çýktý. Bir gün Meclis'te, Mustafa Kemal Paþa ile iki saat kadar görüþmüþ; yapýlacak inkýlâbýn Kur'an'dan kaynaklanmasý gerektiðini,Avrupalýlarý taklit etmenin doðru olmayacaðýný anlatmýþtý.Mustafa Kemal,Bediüzzaman'ýn nüfûzundan istifade etmek için ona mebusluk,Darü'l-Hikmeti'l-Ýslâmiye gibi Diyanet'te azalýk ve Þark Umumi Vaizliði'ni teklif eder.Fakat Bediüzzaman kabul etmez.Meclis'teki ortamý da deðerlendirerek siyaset alanýnda yapacaðý biþey kalmadýðýný düþünür;Van'a gidip Erek daðýnda bir maðarada inzivaya çekilir.Bu düþünce, aslýnda baþka bir alandaki hareketi planlamak gayesiyle yapýlan bir gerilim, koþmak için yapýlan bir geri çekilmeydi.Dalâletin, ilim ve medeniyet kisvesiyle girdiði, yöneticilerin çoüunun Avrupai fikirlere meftun olduðu, dini faaliyetlerin yasaklandýðý,dinî eðitim veren okullarýn kapatýldýðý, totaliter tek parti yönetimin hâkim olduðu bir dönemde teþkilâttan mahrum olarak dinî hizmetrealitede yok sayýlýrdý.Bediüzzaman, neticesiz kalmaya mahkum ani çýkýþlara iltifat etmemiþ;Ýslâm beldelerinden birine yerleþme,orada hizmete devam etme tekliflerini de kabul etmemiþtir.O,her zaman mücadelenin kzýþtýðý yeri tercih etmiþtir. SÜRGÜN EDÝLMESÝ Diyarbekir tarafýnda ortaya çýkan þeyh Said harekeine katýlmadýðý halde o kýyamýn neticesinde(Þubat 1925),kýþ mevsiminde Erzurum ve Ýstanbul'dan sonra Burdur'a sürüldü.7 ay orada kaldýktan sonra büsbütün tecrid etmek gayesiyle 1926'da, Isparta'ya baðlý daðlýk ücra bir köy olan Barla'ya gönderildi.




Barla da tecrit edmesine raðmen,Allah Teâlâ, kendi hesabýnýn, mahluklarýn hesabýný bozacaðýna aþikar bir delil göstermek istiyordu.dað baþýnda bir köydeki birkaç köylüyle bile görüþmesi yasaklanmýþ, devamlý gözetim altýnda ihtiyar, garip, fakir bir insanýn yazdýðý hakikatleri dünyanýn her tarafýna yayýp hidayete susamýþ gönüllere ulaþtýrabileceðini gösterdi.Yanýnda Kur'ân-ý Kerîm'den baþka kitabý yoktu. Barla öyle bir diriliþe kaynak oldu ki bir tarihçinin tesbitiyle "Türkiye'de dinsizlerin planýný altüst etti."Ýman hareketi, dolaylý olarak içtimaî bir de netice aldý; Ceberrut Halk Parti idaresini de -þefi Ýsmet Ýnönü'nün ikrarý ile- deviren hareket oldu. Barla sürgünü ile Bediüzzaman'ýn, 1925-1960 yýllarý arasýnda otuzbeþ yýl süren hapis,sürgün,baský dönemi baþlamýþtý.Üstad, yazma bilmekle beraber hattý düzgün ve güzel deðildi.Bazý kâtiplere yazdýrýr,elden ele kopyalar çýkarmak suretiyle eserler yayýlýr, yazýlanlarý da müellif bizzat tashih ederdi.Matbaadan istifade imkâný yoktu.Bunun siyasî ve malî sebepleri vardý elbette.Fakat asýl kültürel boyut üzerinde durmak gerekir.Üstad,harf inkýlâbýnýn bir emirle bin yýllýk mazi ve kültürle ilgisinin kesilmesine karþý yeni nesile,Kur'ân harfleriyle yazýlan eski kültürümüzü tanýtmak istiyordu.Risale-i Nur, yazýlýþýndan otuz yýl sonra,1956'da matbaada basýlabildi.Üstad, o kadar zor þartlarda otuz sene boyunca bu iþin ekol olaerak belki de tek temsilcisi oldu.Fotokopi hatta teksir makinasýnýn bile olmadýðý zamanda tek çare, bakarak el yazýsý ile nüsha çoðaltmak oluyordu.Bir kitaptan tek bir suret elde edebilmek için haftalarca aylarca yazmak gerekiyordu.Kâtip sayýsý sýnýrlýydý.Ýþte Risale-i Nur hizmeti, þakirtlerin kollarýný matbaa haline getirti.Altýyüzbin nüsha eser böylece çoðaltýldý ki böyle bir çalýþma, tarihte misli görülmemeiþ bir çalýþmadýr.Kýsa bir zaman sonra Üstad'ýn sade fakat en þiddetli baský dönemlerinde olduðu gibi serbestlik zamanýnda da pek semereli olan teþkilâtý kurulmuþ bulunuyordu:Yerleþim merkezlerinde talebelerin irtibat merkezi olan medrese(dershane),kâtip talebeler, kitap ve mektup taþýyan Nur postacýlarý.Üstad, barla 'da sekizbuçuk yýl kaldý.Onun boþ durmadýðýný gören islâm aleyhtarlarý rejim aleyhinde cemiyet kuruyor iddasýnda bulundular.1935'de Eskiþehir Aðýr Ceza Mahkemesi, hakkýnda dava açtý.Neticede keyfî olarak , tesettürle ilgili ayetin tefsirinden ötürü kendisine onbir ay hapis cezasý verildi.


Halbuki isnad edilen devlet düzenini deðiþtirmek için teþkilat kurma suçu sabit olsaydý ya idam veya müebbed hapis cezasý verilmesi gerekirdi. Geçimini nasýl saðladýðý hep merak edilmiþtir.Mahkemede þöyle demiþti : "Darü'l -Hikme-ti'l-Ýslâmiye'de aldýðým maaþtan çoðunu, o zaman yazdýðým kitaplarýn tab'ýna sarf ettim;az bir kýsmýný hacca gitmek için ayýrmýþtým.Ýþte iktisat ve kanaat bereketiyle o cüz'i para bana dokuz yýl kâfî geldi.Hâlâ o mübarek paradan bir miktar var.Geçim konusunda Emirdað'da da þöyle diyecektir.Ondokuz sene iki yüz banknot ile þiddetli iktisat ile idare ettim. Palto ve fanila ve pabucunu satmakla maiþetini temin eden.... 27 Mart 1936'da Eskiþehir hapishanesinden çýktýktan sonra Kastomonu'ya sürgün edilip polis karakolunun karþýsýnda bir eve yerleþtirildi.(alltaki resim)


Tedbirli bir tarzda, civardan hizmete gelenler vasýtasýyla eserlerini yayýyor,Isparta ve diðer yerlerle irtibatý devam ediyordu.Kastamonu'da sekiz yýl kaldýktan sonra, bu hizmetin durdurulamayýp daha da yayýldýðý görülünce 1943'de 126 talebesiyle Denizli Aðýr Ceza Makhemesi'ne sevkedildi.Prof Necati Lügal,Prof Y.Z.Yörükkan ve Türk Tarih Kurumu'nunda incelemesi neticesinde:"Bediüzzaman'ýn siyasî faaliyeti yoktur.Eserleri ilmî ,îmânîdir.Kur'ân'ýn tefsiri mahiyetindedir.Onun mesleðinde cemiyetçilik ve tarîkatçýlýk yoktur."dedi.Mahkemece 130 parçalýk külliyatýn hepsine 15 Haziran 1944 günü beraat kararý verilip bu karar temyizce de tasdik edildi. Denizli mahkemesinde kendiside tarihi bir müdafada bulunmuþtu.Müdafasýnýn bir yerinde þöyle demiþti: "Evet,biz bir cemiyetiz ve öyle bir cemiyetimiz var ki;her asýrda üçyüzelli milyon mensuplarý var.Ve her gün beþ defa namazla,o mukaddes cemiyetin prensiplerine kemâl-i hürmetle alâkalarýný ve hürmetlerini gösteriyorlar....Ýþte biz,bu mukaddes ve muazzam cemiyetin efrâdýndanýz ve hususi vazifemiz de Kur'ânýn imanî hakikatlarýný tahkiki bir suretle ehl-i imana bildirip,onlarý ve kendimizi kurtarmaktýr. Eðer laik cumhuriyeti soruyorsanýz,ben biliyorum ki laik manasý,bitaraf kalmak,yani hürriyet-i vicdan düsturuyla dinsizlere ve sefahatçilere iliþmediði gibi,dindarlara ve takvacýlara da iliþmez bir hükümet telakki ederim.Yirmi senedir ki hayat-ý siyasiye ve içtimaiyeden çekilmiþim.Hükümet-i cumhuriye ne hal kesbettiðini bilmiyorum.El-iyazu billah,eðer dinsizlik hesabýna,imanýna ve ahiretine çalýþanlarý mes'ul edecek kanunlarý yapan bir dehþetli þekle girmiþ ise,bunu size bilâ-pervâ ilan ve ihtar ederim ki bin caným olsa,imâna ve âhirete feda etmeye hazýrým....." Denizli hapishanesinden çýktýktan sonra hükümet,o'nu Emirdaðý nda ikamete gönderdi.Fakat hizmeti ilerledikçe hakkýndaki kanunsuz þiddet uygulamasý artýyordu.Kendisi : "Denizli hapishanesindeki bir aylýk sýkýntýyý,Emirdað ikametinde bir günde çekiyordum..." demiþtir.Bir süre sonrakaymakamlýk,camiye çýkmasýný menetti.Prensip olarak,sadece hizmetle ilgili olanlarla zaruret miktarý görüþürdü.Halk ile temas etme fýrsatýný,yaptýðý gezintilerde bulurdu.Rastladýðý insanlara kýsa dersler verir,irþad ve nasihatte bulunurdu. Derken 1948 ocak ayýnda,ülkenin çeþitli yerlerinden toplanmýþ ellidört talebesiyle Afyon da tutuklandý.


Afyon un soðuk kýþýnda yetmiþbeþ yaþýndaki ihtiyar birinin yirmi ay hücre hapishanesinde tutuklu kalmasý,ölüme terkedilmesi demekti.Þahsýna verilen sýkýntýlarýn fazlalýðýný,bütün cemaate duyulan hiddeti teskin vasýtasý saymakla memnun olmuþtu.Hapishanede onunla gizlice görüþmeye çalýþan talebeleri falakaya yatýrýlýyordu.Herþeye raðmen diðer hapishaneler gibi Afyon hapishanesi de "Medresey-î Yusufiye" ye dönüþtü.Caniler ýslah-ý hal ettiler.Hatta ceza süresini tamamlayan bazý mahkumlar:"Kendimizi suçlu göstermek suretiyle onlarla beraber kalacaðýz dediler.Burada hapishane müdürüne yazýp dedi ki:" Rusya da bolþevizm fýtýnasý ve fransýz ihtilali önce hapishanede baþladý.Fakat Risale-i Nur þakirdleri Eskiþehir,Denizli,Afyon da hapishaneleri ýslah etti.... Mahkeme kendisini yirmi ay mahkum etme kararý aldý.Yargýtay ýn bu kararý bozmasýna raðmen kanunsuz oylamalar ile tekrar ayný karar mahkum edildi.Mahkeme devam ederken demokrat parti iktidara gelip genel af ilan etti.Tahliye edildiler.Mahkeme ancak 11 eylül 1956 da beraat verdi.Tahliyeden sonra Emirdað da ikamet etti.Afyon hapishanesinden sonra mektepliler ve memurlar,hissedilir derecede onun halkasýna dahil oldular.Bazý üniversiteli gençlerin yayýnladýðý Gençlik Rehberi adlý kitabý dava konusu olunca mahkeme için 1952 de Ýstanbul a geldi.Aþaðýdaki resimler Bediüzzaman hazretlerinin 1952 yýlýnda Ýstanbul'a geldiðinde çekilmiþtir.


Abdurrahman Þeref Laç ve Mihri Helav gibi deðerli avukatlar savunmada yer aldýlar.Mahkeme beraatla neticelendi.Halk,özellikle gençlik,kendisine büyük ilgi gösterdi.Uzun bir ayrýlýktan sonra istanbul a,sýlaya gelir gibi gelmiþti.1953 te Isparta da ikamete baþladý.Demokrat parti iktidarýnýn,ezaný asli þekliyle okunmasýna imkan vermesi sebebiyle tebrik edip vatan ve millet hizmetinde muvaffakiyet temennisinde bulundu.Ayrýca Risale-i Nur u serbest býrakýp,Ayasofya yýda cami haline irca eden bir mesaj gönderdi.1953 te üç ay Ýstanbul da kalýp,fethin 500. yýl dönümü kutlamalrýna katýldý.1956 da eserleri,talebelerinden bir kaç heyetçe yeni türk harfleriyle yayýnlanmaya baþladý. 1960 baþlarýnda Ankara ve Konya'ya gitmesi siyasi çevreleri telaþa verince Hükümet, radyodan bildiri yayýnlayarak Emirdað'da ikamet etmesini istedi. Ýþte o hapishane dýþýndayken bile -1925 ve 1960 yýllarý arasýnda- böyle mahkum muamelesi gördü. Fakat Osman Yüksel'in dediði gibi o ''Mahkemelerden mahkemelere sürüklendi. Ama mahkumken bile hükmediyordu.'' 18 Mart 1960'da Emirdað'dan Isparta'ya oradan da gizlice Urfa'ya gitti (21 Mart). Bakanlýðýn a- cele Urfa'yý terketme emrine, Urfa'lý siyasilerve halk karþý koydu. Emri teblið eden Emniyet Müdürü'ne : ''Aðýr hastayým.Dönecek takatim yok. Zaten buraya ölmeye geldim'' dedi. 23 Mart sabaha karþý Kadir Gecesi vefat etti.


Tereke hakimi, saat, cübbe ve yirmi lira tespit edip kardeþine verilmesini hükme baðladý. 24 mart perþembe günü Halilurrahman Dergâhý 1960 gecesi Urfa'nýn her tarafý askeri zýrhlý birliklerce tutuldu. Saat 01.00'de demir parmaklýklar kesilip varyozlarla mezar yýkýldý. Ceset hiç bozulmamýþtý. Sadece kefen biraz sararmýþtý. Konya'dan askeri uçakla getirilen kardeþi Abdülmecid Nursî, mezarýn naklinde hazýr bulundurulmuþtu. Onun verdiði bilgiye göre ceset, askeri uçakla geceleyin Afyon askeri havaalanýna nakledildi. Oradan da karayoluyla Isparta tarafýna götürülüp meçhul bir yere defnedildi. Yirminci asýrda devlet yönetimini elinde bulunduranlar tarafýndan mezarda bile ona yapýlan bu muamele, Üstâdýn dalâleti ne derece çýlgýna çevirdiðinin bir göstergesidir. Kadir Mýsýroðlu, Sebil dergisinde, 1970'de onu anarken kapak resmi olarak onun resmini koyup altýna þu cümleyi yazmýþtý: ''Türkiye'de dinsizlerin planýný altüst eden adam.'' Bu tarihi tespitin doðruluðunun yüzlerce delilinden biri de zalimlerin onun ölüsünden bile korkarak meza- rýný bilinmeyen bir yere nakletmeleridir. Ne var ki zalim insanlarýn eliyle kader-i ilahî, onun ihlâslý bir dileðini gerçekleþtiriyordu. Bir çok talebesinin yanýnda söylediði ve yazýlý mektuplarý içinde neþredilen bir sözünde þöyle demiþti: '' Benim kabrimi, gayet gizli bir yerde bir-iki talebemden hiç kimse bilmemek lâzým geliyor... Dünyada beni sohbetten meneden bir hakikat, elbette vefa- týmdan sonra da, bu suretle, beni sevap cihetiyle deðil, dünya cihetiyle menetmeye mecbur e- decek.''(Bu hakikat ihlas olup, onu þöhretten, insanlarýn---manevi kabilden dahi olsa--ücretlerin- den menetmektedir.) Vefatýndan uzun seneler önce 1923'de yazdýðý ve yeni harflerle de vefatýndan beþyýl önce yayýnlanan Sözler kitabýnýn sonunda imza kabilinden koyduðu ed-Dâi hatimesinde 1379'da vefat tarihini ve sonra mezarýnýn yýkýlacaðýný ve Asya'da Ýslâmiyet'in inkiþaf edeceðini Allah'ýn bildirmesiyle bildirmiþti.(Bu satýrlarý yazan Üstad vefât ettiðinde, A.Ü. Hukuk Fakültesi 1.sýnýf öðrencisi idin ve o günlerde memleketim olan Ergani'de bulunuyordum. Bediüzzaman'ýn vefat haberinin radyodan duyurulduðu gece, ilçenin müftüsü olan babam merhum M. Zeki Yýldýrým'ýn etrafýnda geniþ bir terâvih cemaati ile çayhanede oturuyorduk.Haber duyulunca babam beni evegöndererek Sözler'i getirmemi söyledi. Getirdim. Üstâd'ýn imzam dediði ed-Dâi kýtasýný okuduk. / S. Yýldýrým / .)

KISACA BAZI FÝKÝRLERÝ
ÜSTÂD BEDÝÜZZAMAN'ýn ''ESKÝ'' ve ''YENÝ SAÝD' dönemlerinde yazdýðý birçok eserleri var- dýr. Türkçe, Arapça ve az miktarda Farsça yazmýþtýr. Eserleri hacim olarak toplam altý bin sayfa tutmaktadýr. Eserlerinde nakle deðil, yeni, orijinal fikirlere yer verir. Diðer eserlerde bulunabilecek bilgileri onlara havale edip tekrara gerek duymaz eserlerinin çoðu Kur'ân tefsiri mahiyetindedir. Konuya girerken bir veya daha çok ayetten hareket eder.Fakat eseri, alýþýlmýþ lafzî tefsir tarzýnda deðildir. Kur'an hakikatlerinin kuvvetli hüccet- lerini ortaya koymasý itibariyle farklý ve önemli bir tefsirdir. Kur'an'ýn hidayetini insanlara anlatma iþini gerçekleþtiren, insanýn aklýný, nefsini, duygularýný ikna eden bir eserdir. Aslýnda insanlarýn çoðunun, lafzî tefsirlerden çok, bu tür eserlere ihtiyaçlarý vardýr. Ýnsanlar, muayyen konularda Kur'an'ýn insanlýða gösterdiði hidayeti anlamak isterler. Tefsirlerin tamamýný okuyacak vakti olan çok az insan vardýr. Bu sebeple konulu tefsir, bu asýrda yayýlmýþ ve yayýlmakta olan bir tefsir türüdür. Ýþte Risale-i Nur Külliyatý, Ýslâm'ýn temeli ve yirminci asýrda en çok hücum edilen kýsmý olan iman hakikatlarýna dair, akaid esaslarýna dair bilgileri, özellikle onlardan kastedilen hidayet, maksad ve neticeler itibariyle tefsir eden konulu örneklerindendir. Bediüzzaaman'ýn hayatý boyunca izlediði gayelerden biri de Ýslâm ehlinin eðitim müessesele- ri olan medrese, mektup vetekkeyi kendilerinden beklenen rolleri yerine getirecek tarzda besleyip mücehhez kýlmak idi.Medrese programlarýnýn yeniden düzenlenmesini þart görüyordu.Ona göre tefeyyüz eksikliðinin sebebi, alet derslerinin asýl derslerin yerine geçmiþ olmasý, þerh ve hâþiyelerle fazla meþgul olma ve fen bilimlerinin yokluðu idi. Mektepleri de dinî dersler yönünden beslemek gerekiyordu.Mezunlarýnýn isdihdam yerlerini de düþünmek lâzým gelirdi. Ýþte böylece her biri, farklý bir tarafa çekip götüren medrese, mektep ve tekke ruhunu birleþtirip bunlarýn herbirinden nasibini almýþ kâmil insan yetiþtirme peþinde idi. Bunu ''Medresetü'z--Zehra'' adýný verdiði üniversiti modelinde görüyordu. Ýslâm toplumunun üç eðitim kurumu olan medrese, mektep ve tekkenin koordinali çalýþmasýný istiyordu. Bunlarýn birbirinden kopuk oluþu, her birinden gurur ve taassubu ortaya çýkarýyordu. Halbuki onagö reÝslâm binasýnda, bunlarýn her birinin yeri vardý. ''Ýslamiyet hariçte temessül etse bir menzili mektep,bir odasý medrese, bir köþesi zâviyedir. Salonu ise hepsinin toplandýðý yerdir. Biri, diðerinin noksanýný tekmil için bir þûra meclisi olarak, nûrânî saðlam sarayý ortaya koyacaktýr.'' Ýdealindeki Medresetü'z--Zehra'nýn, bu ilahi sarayý temsil etmesini bekliyordu. Özellikle Van, Diyarbakýr, Siirt, Bitlis gibi þark vilayetlerinde açýlmasýna ihtiyaç gördüðü bu okullarýn, Osmanlý mozayiðini bir arada tutacak harç olacaðýný ve muhtemel menfi akýmlara karþý sed olacaðýný düþünüyordu. Buna dair yirniden fazla arþiv belgesi vardýr. ''Her mü'min i'lâ-yý kelimetullah ile mükelleftir.Bu zamanda (cihadýn) en mühin vesilesi maddeten terakki etmektir.'' O güçlü dýþ düþmanlarý bile ümitsizliðe deðil, gayrete vesile yapýyordu: ''Onlar bizim uyanma- mýza vesiledir. Onlardan fen alacaðýz. Ýslâm'ýn sulh dini olduðuna inandýracaðýz. Dinin bürhanlarý ile ikna edip, Ýslâm'ýn mükemmelliklerini ve güzelliklerini fiillerimizle göstereceðiz.'' Bediüzzaman'ýn yetiþtiði 19. asýr, Ýslâm dünyasýnýn ve bütün dünyanýn en sancýlý dönemine rastlýyordu.Rönesans sonrasý Avrupa'da bilim, kiliseye raðmen geliþince modern bilimin temsil- cileri dine karþý veya en azýndan dinle ilgisiz materyalist bir istikamette ilerlemiþ ve yeni bir ca- hiliye ordusu,güçsüz Ýslâm dünyasý üzerine hücum etmiþti.Birinci Dünya Savaþý'ndan sonra Ana- dolu, Ýran Afganistan dýþýndaki bütün Ýslâm dünyasý, Batý'lýlarca sömürgeleþtirilmiþti. Bu fela- ketlerin sebebini, bazý bilim adamlarý gibi Besiüzzaman da incelemiþti. O, 1909'da yayýnladýðý programýný, daha sonra devam eden elli yýllýk hayatý boyunca da incelemiþtir. ''Bediüzzaman'ýn fihriste-i maksadý ve efkârýnýn programýdýr'' makalesindeki fikirleri özetle þöyledir: 1-Ýslâm alemini terakkiye sevk edecek uyanýþý saðlamak. 2Müslümanlarýn üç temel eðitim kurumu olan medrese mektep ve tekke arasýnda uyum sað- lamak. 3- Ýlmî çevrelerde hürriyeti tesis etmek. 4- Medreselerde ihtisas þubeleri kurmak. 5- Geniþ kitleleri irþad edecek vaiz ve hatiplerin yetiþtirilmesini yeni baþtan ele almak. 6- Osmanlý toplumunu geliþtirmek için en büyük üç düþman olan cehalet, zarûret (yani fakirlik,) ve ihtilâfý yenmek.Bu üç düþmana karþý ma'rifet (bilim ve eðitim), sanat (endüstri) ittifak silahýyla cihad etmek. 7-Hilâfet makamýnýn ýslâh edilmesi. 8-Osmanlý devletinin daðýlýp beylikler haline dönüþmemesi için Ýttihad-ý Muhammedî fikrinin geliþtirilmesi. 9- Milli birliði saðlayarak, Kürtlerin ihtilâfý sebebiyle zayi olan büyük kuvvetlerinden istifade etmek.
RÝSALE-Ý NUR'un ÖZELLÝKLERÝ
Mehmet Akif'in: ''Doðrudan doðruya Kur'an'dan alarak Ýlhâmý Asrýn idrakine anlatmalýyýz Ýslâm'ý.'' þeklinde güzelce ifade ettiði özlemi, Bediüzzaman, Risale-i Nur'la kýsmen gerçekleþtirmiþtir. Hadîs-i Þeriflerin de Kur'an'ýn tefsiri olduðunu ve ondan ayrý sayýlmamasý gerçeðini unutmaksýzýn Bediüzaman, Ýslâm'ýn esas meseleleri ile meþguldür. Ýsrailiyat, menkýbeler, âdetler yönü ile fazla meþgul olmaz. Risale-i Nur, iman hakikatlerini, akla yaklaþtýrarak aklî delillerle izah ikna etmeye çalýþýr.Akla hi- tab ederken kalbi, duygularý ve nafsi ihmal etmez. Bundan dolayý okuyanlarýn nefislerini tezkiye edip ahlâklarýný düzeltmesi,Müellif'in, rýzâ-yý ilahiden baþka bir tesir altýnda kalmamasýndan ileri gelir. Risale-i Nur'da Bediüzzaman,mevzuya girerken ona esas teþkil eden, hareket noktasý olan ayeti veya ayetleri yazar.Bazen misallerin de yardýmýyla ayetin hedefi olan hidayetin aydýnlýðýna ulaþtýrýr ve yazýlanýn, ilgili ayetin yüzlerce, binlerce inceliklerinden biri olduðunu söyler.Bu arada son asýrlarda ortaya çýkan dalâletlerin, batýl felsefî ve ideolojik fikirlerin kötü etkileri izale edilir, adlarý verilmeksizin, o akýmlar, kuvvetli aklî delillerle çürütülür.( Ý. K. Salihi, s, 125---129. Onun ''Ehl-i Küfür'',''Ehli Dalâlet'', ''Ehl-i Sefahet'' genel isimleriyle kastettiði bâtýl cerayanlarý, onlarý tanýyanlar bilir.) Bazen konu, suâl-cevap üslûbuyla verilir.Risale-i nur'un kendine has üslûbu, meþ- gul olanlar tarafýndan hemen farkedilir. Etkisinin sebebi de sorulanýn, müellifin nefsinin veya dalâlet temsilcilerinin sorduðu sorulara, dolasýyla umumî derde tercüman olmasýndan ileri gelir.

"

Comments
No one has commented on this article. Be the first!